Toplumu proleterya ve burjuva olarak salt iki sınıf olarak görmek ve devrimi işçi mücadelesine indirgemenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Hayvan özgürlüğü, ekolojik sorunlar, LGBTİQ+ hakları ve özgürlüğü, toplumsal cinsiyet/yönelim eşitsizliği ve bunun sonucunda işlenen cinayetler, ırkçılık, yaşçılık, ableizm, türcülük, homofobi, bifobi, transfobi, seks işcilerine yönelik fobi ve cinayetler, gerici/eril aile ilişkileri sonucu uygulanan tahakküm... gibi mücadele alanları varken anarşizmi sınıfların bir teorisi olarak görmek anarşizmi tek bir bakış açısına indirgemek demektir. Bütünleşik hak mücadelesi temelinde topyekûn devrim gerçekleştirme yolunda mücadele etmemiz gerekmektedir.
Bugüne kadar bu mücadele alanları sosyalist/komünistlerin devrimden sonra bu sorunlar çözülecek şu an ilk hedefimiz proleterya diktatörlüğü kurmak düşüncesinin gölgesi altında kalmakla birlikte toplum tarafından kabul edilen ve ataerkil sisteminde desteğini alan görünmez tahakküm ve şiddet alanlarıydı. Günümüzde LGBTIQ+, ekoloji feminist ve hayvan özgürlüğü aktivistlerinin katkılarıyla sosyal medyanın da etkisi ve aracılığıyla görünür hale gelmiştir. Ancak tahakküm ve şiddet devam etmektedir. Toplumda sözlü baskı, ayırma ve dışlama dili hakim ve bunun sonucunda şiddetin en görünür biçimi olan nefret cinayetleri işlenmektedir. Bir zamanlar farkında bile olmadığımız ve ayrı olduğunu düşündüğümüz tüm hak mücadeleleri bir bütündür ve aynı zamanda tüm tahakküm biçimleri birbirinden beslenir, çünkü baskının kökeninde ötekileştirme ve kişinin ötekileştirdiği ve kişi (insan ve hayvan) üzerinde iktidar kurma arzusu vardır. İktidar olmak bir arzudur ve çoğu insanda bu duygu bulunmaktadır, ataerkil sistem ve toplumdan aldıkları güç ve meşruiyet(!) ile iktidar olma arzusu özellikle erkeklerde daha görünür haldedir.
Bu yüzden yaşam iki yönlü mücadeleyi gerektirir. Birincisi kendi iç benliğimizdeki cinsiyetçilik, homofobi, bifobi, transfobi, ırkçılık, yaşcılık, ableizm, türcülük vb. pisliklerden arınmamız gerekmektedir. Bundan arınmak gibi bir derdi olmayanların dünyayı değiştirmek gibi bir düşünceleri ya yoktur ya da eksiktir ve dünyayı değiştirmeleri düşünülemez. İkincisi kendi benliğimizi temizledikten sonra tanrının ve temsilcisi din adamlarının, devletin, patronun, babanın, kocanın vb. uyguladıkları otoriter yaşamı yıkmaya yönelik özgürlük mücadelesidir. Bu yüzden devrim sadece devlet ve kapitalizmin yıkılmasıyla gerçekleşmeyecektir. Devrim aynı zamanda içsel ve kişisel bir şey olmakla birlikte tek yönlü bir şey değildir. Çünkü devlet ve kapitalizmin yıkılması sermayenin işçi sınıfının eline geçmesiyle proleterya diktatörlüğünün kurulmasıyla kadına ve hayvanlara yönelik şiddet ve cinayetler son bulmayacaktır, homofobi, transfobi vb. son bulmayacaktır, doğa talanı son bulmayacaktır, ırkçılık, ableizm, yaşçılık son bulmayacaktır. Bu nedenlerden dolayı devrim içsel ve kişisel olarak gerçekleştirildikten ya da eş zamanlı olarak gerçekleşmelidir. Son söz olarak, bütünleşik hak mücadelesi temelinde devrim gerçekleştirme yolunda mücadele etmemiz ve devrimi gerçekleştirmemiz gerekmektedir. Çünkü Pyotr Kropotkin yoldaşın dediği gibi "OTORİTERİN OLDUĞU YERDE, ÖZGÜRLÜK YOKTUR."
Bugüne kadar bu mücadele alanları sosyalist/komünistlerin devrimden sonra bu sorunlar çözülecek şu an ilk hedefimiz proleterya diktatörlüğü kurmak düşüncesinin gölgesi altında kalmakla birlikte toplum tarafından kabul edilen ve ataerkil sisteminde desteğini alan görünmez tahakküm ve şiddet alanlarıydı. Günümüzde LGBTIQ+, ekoloji feminist ve hayvan özgürlüğü aktivistlerinin katkılarıyla sosyal medyanın da etkisi ve aracılığıyla görünür hale gelmiştir. Ancak tahakküm ve şiddet devam etmektedir. Toplumda sözlü baskı, ayırma ve dışlama dili hakim ve bunun sonucunda şiddetin en görünür biçimi olan nefret cinayetleri işlenmektedir. Bir zamanlar farkında bile olmadığımız ve ayrı olduğunu düşündüğümüz tüm hak mücadeleleri bir bütündür ve aynı zamanda tüm tahakküm biçimleri birbirinden beslenir, çünkü baskının kökeninde ötekileştirme ve kişinin ötekileştirdiği ve kişi (insan ve hayvan) üzerinde iktidar kurma arzusu vardır. İktidar olmak bir arzudur ve çoğu insanda bu duygu bulunmaktadır, ataerkil sistem ve toplumdan aldıkları güç ve meşruiyet(!) ile iktidar olma arzusu özellikle erkeklerde daha görünür haldedir.
Bu yüzden yaşam iki yönlü mücadeleyi gerektirir. Birincisi kendi iç benliğimizdeki cinsiyetçilik, homofobi, bifobi, transfobi, ırkçılık, yaşcılık, ableizm, türcülük vb. pisliklerden arınmamız gerekmektedir. Bundan arınmak gibi bir derdi olmayanların dünyayı değiştirmek gibi bir düşünceleri ya yoktur ya da eksiktir ve dünyayı değiştirmeleri düşünülemez. İkincisi kendi benliğimizi temizledikten sonra tanrının ve temsilcisi din adamlarının, devletin, patronun, babanın, kocanın vb. uyguladıkları otoriter yaşamı yıkmaya yönelik özgürlük mücadelesidir. Bu yüzden devrim sadece devlet ve kapitalizmin yıkılmasıyla gerçekleşmeyecektir. Devrim aynı zamanda içsel ve kişisel bir şey olmakla birlikte tek yönlü bir şey değildir. Çünkü devlet ve kapitalizmin yıkılması sermayenin işçi sınıfının eline geçmesiyle proleterya diktatörlüğünün kurulmasıyla kadına ve hayvanlara yönelik şiddet ve cinayetler son bulmayacaktır, homofobi, transfobi vb. son bulmayacaktır, doğa talanı son bulmayacaktır, ırkçılık, ableizm, yaşçılık son bulmayacaktır. Bu nedenlerden dolayı devrim içsel ve kişisel olarak gerçekleştirildikten ya da eş zamanlı olarak gerçekleşmelidir. Son söz olarak, bütünleşik hak mücadelesi temelinde devrim gerçekleştirme yolunda mücadele etmemiz ve devrimi gerçekleştirmemiz gerekmektedir. Çünkü Pyotr Kropotkin yoldaşın dediği gibi "OTORİTERİN OLDUĞU YERDE, ÖZGÜRLÜK YOKTUR."