Angels Farm Sanctuary işkenceye maruz kalmış, yaşadıkları alanlardan atılmış ve aklımızın ucundan geçmeyecek zorluklar yaşamış can dostlarımızın sığındıkları bir yaşam alanıdır. Bu alanda can doslarımızın beslemeleri, temizlikleri ve tıbbı ihtiyaçları karşılanıyor. Can dostlarımızınyaşam alanını daha iyi hale getirmek için Sibel hanım ve ekip arkadaşları büyük bir çaba sarf ediyorlar. Sizde can dostlarımızın ihtiyaçlarında destek olmak isterseniz, aşağıdaki ulaşım linklerinden iletişim sağlayabilirsiniz.
Pati-Ka Sanctuary korunmasız, savunmasız ve engeli olan can dostlarımızın birlikte yaşadıkları güzel bir yaşam alanıdır. Bu yaşam alanını tek başına mücadele ederek düzenleyen Güler hanım, can dostlarımıza mutluluk sağlıyor . Sizlerde can dostlarımızın ihtiyaçlarına destek olmak isterseniz, aşağıda Pati-Ka Sanctuary'nin iletişim linki mevcuttur.
Merhaba, sizlere harika ve pratik bir Vegan Baklava tarifi bırakıyorum :)
MALZEMELER
Baklava Hamuru İçin:
Nimet marka Milföy Hamuru
Baklava içi İçin:
Çiğ Badem İçi
Çiğ Fındık İçi
Şerbet İçin:
3 Su bardağı toz şeker
3 Su bardağı su
1 Çay kaşığı tuz
Yarım limon
Baklava Hazırlanışı:
Öncelikle milföy hamurunun içine, inceltilmiş badem ve fındığı koyun. Sonra üçgen olacak şekilde kapatın. Hamurları yerleştireceğiniz tepsiyi çok az olacak şekilde sıvı yağ döküp her yerine yayın. Sonra hamurları düzenli bir şekilde yerleştirin. Ardından 170 derecede ısıtılmış fırına hamuru atın ve 40 dakika pişirin. 40 dakika piştikten sonra kontrol edin eğer istediğiniz şekilde pişmediyse ekstra olarak 10 dakika daha fırında tutabilirsiniz.
Şerbet Hazırlanışı:
Öncelikle derin bir tencereye 3 su bardağı şeker ve 3 su bardağı su koyup yüksek ateşte kaynatın. Tencerenin içerisindeki şeker eriyene kadar karıştırın. Şeker eridikten sonra tencerenin içerisine 1 çay kaşığu tuz ve yarım limonu ekleyin. 20 dakika yüksek ateşte piştikten sonra, kısık ateşte biraz akışkan ve rengi hafif sarı olana kadar kaynatın.
Son Adım:
Baklavayı fırından çıkarıp ılık olana kadar bekleyin. Aynı şekilde şerbetide ılık olana kadar bekleyin. ikiside ılık olduğunda şerbeti hamurun üzerine yavaş yavaş dökün. Dökme işlemi bitince soğumasını bekleyin. Soğuduktan sonra yiyebilirsiniz. Afiyet olsun
Genelde içinde hayvan bedeni pişirmek için kullanıldığı sanılan fırın poşetlerini ben sebzeler için kullanıyorum bir süredir. Çok pratik ve lezzet bombası bu tarifi fikir vermek açısından paylaşmak istedim. Tüm sebzeleri istediğimiz gibi, gelişigüzel doğruyoruz. Ben büyük bir leğeni* doldurdum neredeyse. Ardından içine istediğiniz baharatlarıvetuzu istediğiniz miktarda koyun. Sebzelerin baharatlarla harmanlanması için önden karıştırın leğenin içinde. Sonra bu sebze-baharat karışımını 2 ayrı fırın poşetine aktarın. Fırın poşetlerinin içine salçalı su karışımını ve biraz bitkisel yağ dökün. Ben zeytinyağı kullandım, ayçiçek de olur. Gelelim benim en eğlendiğim aşamaya, poşet çalkalama :) Bu aşamada posetteki tüm o leziz malzemelerin karışmasını izlerken gerçekten eğleniyorum. Sanki poşetle oynadıkça daha da lezzetlenen birşeye dönüşecekmiş gibi mutlu ve tatmin oluyorum :))) En son, poşetin üstüne birkaç delik açıyoruz. Poşetleri tepsiye yerleştirip üst kısma delikler açın ki, içindeki sos tepsiye akmasın. Şimdi fırını, kendi fırın performansınıza göre 200-225 dereceye ayarlayalım, önden ısıtmadan koyalım ve yaklaşık 30-35 dakika pişirelim. Poşet içinde pişirince tüm aromalar ortaya çıkıyor. Eve yayılan müthiş kokular yüzünden beklemekte zorlanabilirsiniz. Piştikten sonra sadece yiyeceğiniz poşeti tabaklara aktarın. Diğer poşet bir gün fırında bekleyebilir ve ertesi gün yenebilir. Babam göbekli, kronik hastalıkları olan biri ve kızartmaya bayılıyor. Ben de onu kızartmadan uzaklaştırmak için bu hafif ve sağlıklı yolu keşfettim. Şu an bu tarifi kızartmadan daha çok seviyor, ara ara istiyor. Bu yemeğin yanında pilav çeşitleri, humus, fava gibi yemekler iyi gidiyor.
*Bu yemeği çok miktarda sebzeyle yapmanızı tavsiye ederim, fazla olur diye korkmanıza gerek yok. Gittikçe lezzetlenen bir yemek olduğundan günlerce yenilebilir. Poşette piştiği için bulaşık çıkartmıyor, tencere kirlenmiyor, ortalık yağ olmuyor. Piştiği tepsi bile kirlenmiyor. Bence kızartmaya göre çok ekolojik bir tarif bu bakımdan. Bulaşık yıkamayı sevmeyenler için de pratik bir tarif :)
Malzemeler istediğiniz her tür sebze ve baharat olabilir. Ben yaz sebzeleri kullandım ama kışın da kış sebzeleri ile yapmayı düşünüyorum. Karnabahar, brokoli, kereviz, lahana, pırasa, mantar, yer elması vs. hepsini atacağım. Çünkü bu yemekte o tat bu tata uymaz gibi bir kural yok bence. Poşette aromalar karışıyor ve farklı tatlar denemek ilginç sonuçlar ortaya çıkarabilir.
Sebze olarak, Patlıcan, Kabak, Domates, Yeşil Biber, Kırmızı acı biber, Kapya biber, Patates, Havuç, Soğan, Sarımsak kullandım. Maydanoz ve Dereotu eklemeyi unuttum, tavsiye ederim çok yakışıyor.
Baharat olarak da;
Karabiber, Pulbiber, Kekik, Fesleğen, Sumak, Zerdeçal, Yenibahar, Köri kullandım.
Salçalı su, zeytinyağı ve tuz ekledim en son poşetlere.
alnını dağ ateşiyle ısıtan yüzünü kanla yıkayan dostum senin uyurken dudağinda gülümseyen bordo gül benim kalbimi harmanlayan isyan olsun şimdi dingin gövdende uğultuyla büyüyen sessizlik birgün benim elimde patlamaya sabırsız mavzer olsun başını omzuma yasla göğsümde taşıyayım seni gövdem gövdene can olsun
söyle bana ey ölümün açıklayıcı pervanesi hangi yavru tek başına yiğittir hangi yangın bir başına söndürülür ah herkes susuyor hiçkimse bilmiyor içimin yangınını ah herkes mi susuyor kalbimi kalbine bağladığım dostum ah herkes mi susuyor kalbi kalbimize benzeyen dostlar bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya hayatın ateş renkli kelebekleri bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için ah herkes mi susuyor
bağırsam içimdeki dehşeti hırsım deler mi toprağı beni acısıyla onduran dostumu aşkla vurduran hayat sana yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım dünyanın yeni baharına çatlarken kadim güneş bağrım delinirken fidanların kanıyla anamın doğurgan karnıdır diye sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye dostumun üretken gülüdür diye sana bağlandım sana sarıldım
beni umutsuz koma tarihle avutma beni çünki aşkla sınanmışım sana sana yangınla, suyla, ateşle ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım ey yaşarken kanayan acı şimşekli gök, tufan, kan fırtınası uçurum kıyısında hızla büyüyen ot yapraksız bir ölümün anısı için körpecik kuzuların derisi için beni tarihle avutma umutsuz koma beni
akıtsam deliren sevdamı köpürürmü hayatı besleyen su ey benim yedi başlı kartalım her başını bir dağ başlangıcında koyanım senin böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir bizim aşkımızı solduranların korkusu çünki elbette bir su kendi akacağı toprağın sertliğini bilir ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak artık ırmak mı ne denir işte devrim ona benzer bir akışın hızına denir yarın ne olur bilirim ben bahar gelir, otlar büyür ölüm de yapraklanır bir dağ bulur uzun uzun bakarım bir çam ağacı gölgesi güzel kokular veren bir damla güneş görünce sana da gülümseyeceğim yarin
şimdi senin uzanıp yattığın otlarda yarın yeni bir yeşillik büyüyecek
Dünyada ve takiben ülkemizde henüz ileri bir bir ivme kazanan ve gün geçtikçe yüzümüzü güldüren gelişmelerin yaşandığı veganlıkla ilgili ne biliyoruz? Vegan pratiklerimizin altını hangi düşünceyle dolduruyoruz?
Veganlık ilk olarak 1944’te Donald Watson tarafından ortaya atıldı. Kendisi veganlığı şu şekilde tanımladı: “Veganlık hayvanlar alemine dair sömürü ve zulmün tüm biçimlerini dışlamanın ve yaşamı gözetmenin yoludur. Et, balık, kümes hayvanı, yumurta, bal, hayvansal süt ve türevlerini dışlayıp bitkiler aleminin ürünleriyle yaşamayı ve tamamen ya da kısmen hayvanlardan üretilen tüm ticari malların alternatiflerini kullanmak şeklinde pratiğe dökülür.”
Veganlık daha sonra Watson’un kurucusu olduğu The Vegan Society tarafından 1979’da, ”Hayvanların gıda, giyim ya da başka amaçlarla maruz kaldıkları sömürü ve zulmün her türlüsünden -uygulanabilir olan en mümkün mertebede- kaçınan ve buna ek olarak insanların, hayvanların ve çevrenin yararına, hayvan kullanımı içermeyen alternatiflerin geliştirilmesini ve kullanımını destekleyen felsefe ve yaşam biçimidir. Beslenme söz konusu olduğunda, hayvanlardan tamamen veya kısmi olarak elde edilen ürünlerin reddedilmesini ifade eder” şeklinde tanımlandı.
Donald Watson
Veganlığın etimolojik incelemesini yaptığımızda küçük farklılıklar haricinde temelde tanımlamaların benzer ve genel geçer olduğunu görürüz. Pratik olarak veganlık temelde farklılıklar arz etmezken, bu pratiğin altını doldurduğumuz düşünceler farklılık gösterir.
Etik veganlığın önde gelen teorisyenlerinden Tom Regan, hayvanların “bir yaşamın öznesi” olmalarından dolayı haklara sahip olduklarını çünkü inançlara ve arzulara, duygusal bir hayata, hafızaya ve amaçlara yönelik eyleme geçme yetisine sahip olduklarını ve bu sebeple de kendi içlerinde başkaları için ifade ettikleri anlamın ötesinde bir anlamları olduğunu öne sürer.
Regan, “canlı özne olma kriterleri”ni şöyle açıklar: “Canlı özne olmak, sadece canlı olmaktan ve bilince sahip olmaktan fazlasını kapsar. Eğer bireyler inançlara ve arzulara sahipse, canlı öznelerdir. Algı, hafıza, ve gelecek algısı –kendi gelecekleri dâhil-; zevk ve acıyla birlikte duygusal bir hayat; tercih yapma ve iyilik hali isteği; amaç ve istek üzerine eyleme geçme yetisi; psikofiziksel kimliğe sahip olma, canlı öznelerin özelliklerindendir.”
Tom Regan
Abolisyonist yaklaşımın kurucusu Gary L. Francione, hissedebilirliğe vurgu yapar. Francione, abolisyonu amaçlayan bir kuramın etik topluluğa dahil olma kriteri olarak hissedebilirliğin ötesinde bir bilişsel kapasiteyi kriter olarak öne sürmemesi gerektiğini savunur. Etik topluluğa üye olmak, başka kişilerin mülkü olmama hukuk-öncesi hakkının tanınmasını getirmektedir.
Hayvanların mülk statüsü ortadan kaldırılmadığı sürece, yapılacak hayvan refahına yönelik düzenlemelerin insanlarda vicdan rahatlamasına sebep olacağından, hayvan sömürüsünün artması ve süreklileşmesine yol açacağını savunan Francione, hayvan hakları hareketinde şiddeti reddeder.
Gary L. Francione
Faydacı yaklaşımın temsilcisi olan Peter Singer ise etik boyutta kararlar verirken hayvanların çektikleri acıyı göz ardı etmemiz için hiçbir mantıklı sebep olmadığını öne sürer. Singer’e göre, fiziksel veya ruhsal acı çekebilen tüm varlıkların eşit değerlendirilmeye layık olduğunu savunur, buna göre, bir varlığın türüne bağlı olarak ele alınması, ten rengine bağlı olarak ayrımcılığa maruz bırakılmasından daha haklı değildir.
Hayvan Özgürleşmesi kitabında: ”Hayvanların ortalama bir insanın zekâsından daha az zihinsel yetenek/zeka göstermesine karşılık, çok sayıda farklı düşünsel/zihinsel engelli insan aynı şekilde az zihinsel yetenek gösterir, eğer daha da az değilse, ki bazı hayvanlar çocuklarla eşit derecede zeka belirtisine sahiptir (örneğin; primatlar Amerikan işaret dilini diğer simgesel dilleri öğrenebilmekte.) Bu yüzden zekâ, insan olmayan hayvanlara, zihinsel engelli insanlardan daha az önem vermek için zemin hazırlayamaz” diyerek zihinsel yeteneği ölçüt alan türcü etik anlayışa karşı çıkar.
Peter Singer
Yine Hayvan Özgürleşmesi kitabında “Paris İstisnası” diye bilinen bir senaryodan bahseder.
Senaryoya göre: ”Kitabın hayali vegan karakteri Paris’te bir kafede başka yerlerde daha önce yediği bir yemeği sipariş eder. Ancak yemek Paris’te üzerine kaşar peyniri rendelenerek servis edilmektedir ve bundan haberi yoktur. Yemek önüne geldiğinde üzerindeki kaşar peynirini görür.”
Singer yemeğin satın alındığını yememesi halinde çöpe atılacağını öngörerek yemeği yemesi gerektiğini savunur. Bu bağlamda Singer takındığı faydacı/refahçı tavırla Gary L. Francione ve Tom Regan’dan ayrılır.
Bu teorik farklılıklar aslında veganlığın salt beslenme biçimi olmaktan çok belli düşünsel altyapısı olan ve etik kaygılar barındıran bir yaşam biçimi olduğunu göstermektedir.